Asgari Ücret - İnovasyon Dengesi: Rekabetin Geleceği
Son bir yıldır değerli Türk Lirası’ndan şikâyet eden bir takım işveren-yönetici kısmı, Türkiye’de asgari ücretin 22.000 TL olarak belirlenmesiyle birlikte yakınmasını “Bu kurlarla daha ne kadar devam edebileceğiz, bilmiyorum.” veya “Bu maaş seviyeleri ile nasıl rekabet edeceğiz?” tonuna taşıdı. Bunun anlamı, 2025 için belirlenen net asgari ücretin 550 USD Ay’dan 630 USD Ay’a yükselmesi ile işçilik ücreti üzerinden kurgulanmış rekabet avantajının elden gidiyor olmasıdır.
Yani, yöneticimizin beklentisi, 2024 için açıklanmış olan 550 USD’lik asgari ücretin yıl içerisinde Türk Lirasının değer kaybetmesi ile USD 400 seviyesine kadar inmesiydi. Bu sayede pazarın yakın olma avantajıyla ucuz iş gücünü birleştirip piyasada oyuncu olarak kalabileceklerdi. Yoksa dükkân kapanır.
Mısır, Hindistan, Bangladeş, Pakistan gibi, emeğin daha ucuz olduğu ülkelerle rekabet edebilmek için, brüt işgören maliyetinin 300-400 USD sınırını geçmemesi gerekiyor. Yani, “Asgari ücret bizde çok yüksek, acil olarak düşürmemiz gerek” diyorlar. Tabii bu pratikte mümkün değil; çünkü bir işgörenin işine devam edebilmesi için açlık sınırının altına inmesi gibi bir durum söz konusu oluyor.
Peki, ne yapmalı? İşçilik maliyetlerimizle rekabet edemiyorsak, katma değeri yüksek ürünlere yönelmeliyiz. Bunu yapabilecek yetişmiş eleman altyapımız ve sermaye birikimimiz var. 1,3 trilyon USD’lik bir ekonomi bunu başarabilir. Dünyanın 18., Avrupa’nın ise 5. büyük ekonomisiyiz.
Neden bunu yapmakta zorlandığımızı da ufak bir tecrübem ile aktarmak istiyorum. Yıllar önce, devlet tarafından uygulamaya alınan ve girişimcinin krediye kolay erişmesini hedefleyen KGF (Kredi Garanti Fonu) desteği için bir devlet bankasına başvurdum. KGF, aldığım kredinin %85’ine garanti veriyordu; ancak, banka müdürü kapsam dışında kalan %15 için benden “beton tapusu” istedi. Evimi krediyle aldığım ve henüz borcum bitmediği için bu şartı sağlayamadım, dolayısıyla kredi alamadım. Buna karşılık benden çok daha az vergi ödeyen ve her yıl yeni bir daire alarak portföyünü genişleten beton yatırımcıları, girişimcileri desteklemek amacıyla oluşturulan fonu sömürüp, üstüne bir de banka müdürü seviyesinden aldıkları tavsiyelerle parayı aynı bankada dolara yatırdılar. Sonuçta paralarını TL cinsinden 3-6 kat ve dolar olarak da azımsanmayacak derecede artırmayı başardılar.
Banka müdürünü kınamıyorum; çünkü genetik mirası ona önce kendisini koruması gerektiğini fısıldıyor. Tıpkı dillerde pelesenk olmuş “İcat çıkaran cezalandırılır” sözünün işaret ettiği o köklü korku gibi. İşte bu korku, fark yaratmak ile cezaya çarptırılmak arasındaki ince çizgide müdürü de kaybolmaya itiyor.
“Sen icat çıkaracaksın, öyle mi?” diye başlayan maceraya karşın, “Beton hiç kaybetmez” savunması hâlâ dimdik ayakta. Ne var ki betonun yarattığı istihdam kısa soluklu, katma değeri düşük ve sürdürülebilir olmaktan hayli uzak.
Devlet, banka kurumuna parayı çoğaltma yetkisi verir; topladıkları her bir mevduata karşılık yedi kredi verebilirler. Karşılığında devletin bankadan istediği, girişimciye kredi sağlamasıdır. Ancak, “icat çıkarmamak” üzerine kurulu bir tasarım halen satıyorsa, bankanın icatçıyı desteklemesi biraz hayal kurmak olmaz mı?
Oysaki biz kredilerimizi, gerçekten icat (innovatif) yapacak girişimlere vermek üzerine tasarlarsak, bu girişimciler bizi katma değeri yüksek ürün/hizmete seviyesine taşır. Ve böylece biz Mısır ya da Bangladeş ile ucuz işçilikle rekabet etmek üzerine tasarımı değiştirip, asgari ücreti değil dünyadan kaliteli eleman çekmeyi ve korumayı konuşmaya başlarız.
Türkiye’nin gerek coğrafi konumu gerekse ekonomik büyüklüğü, katma değerli ürün ve hizmetlere yönelmeye son derece de müsait. İnsanımızın beklentiside asgari ücret ile rekabet etmek değil. Yapmamız gereken, yeni girişimleri desteklemek için oluşturulan programlarda yöneticiyi eli kolu bağlı bırakan yönergelerden kurtarmak, ve yöneticileri “korkuları büyük olanlardan” değil, “hevesi büyük olanlardan” seçmek. Unutmayalım: Bir korku, iki hevese eşittir. Aksi hâlde, rekabetçi kalmanın yolu ne yazık ki “asgari ücreti düşük tutmak” gibi toplumsal maliyeti yüksek çözümlere mahkûm olmaktan öteye geçemeyecektir.