2025 Türkiye'sinde İflaslar Dönüşümün Sancısı mı?
Osmanlı’da toprak padişah hazinesi olarak sayılsa da işleyici seçimi ve gelir hakkı askeri bir sınıf olan Sipahilere verilmişti. Böylece devlet; asker ve gıda güvenliği gibi temel ihtiyaçlarını bir döngü içerisinde karşılayabilmekteydi. Basit çalışma prensibi savaş becerisini kaybeden askere bir çift öküz ile işlenebilecek büyüklükte arazi tahsis edilir, hasadından pay alınırdı. Çift sisteminin uygulandığı bu dönem Amerika kıtasının keşfi ile başlayan “Avrupa’nın doğu bağımlılığındaki azalma”ya kadar başarılı bir şekilde devam etti.
Miras hakkı bulunmayan eski asker yeni çiftçi, toprağı işleme hakkını devam ettirebilmek için sürekli gelir üretmek zorundaydı, bunu yapabilmenin yolu da diğer çiftçiler ile işbirliği yaparak ortak bir payda üzerinde uzlaşma becerisi gerektiriyordu.
Yani devlet kontrolünde dağıtılan sermaye (toprak) ile oluşturulan girişimcilik sistemi; toprağı işleyerek bir fayda yaratmaktaydı. Sermaye devlette var, uzun savaş yıllarında ölmez isen (30 yaşa kadar) evlenip toprak talep edebiliyorsun ve içine girdiğin kapsayıcı birliktelik (Köy) seni hayatta tutuyor.
Cumhuriyetle beraber sermaye tekelden alınıp halka yaygınlaştırılmak istense de sosyo-kültürel mirasımızdan mi bilinmez, bunu başaramadık, çünkü.
1- Bankacılık sistemini yaygınlaştıramadık, yani birikimleri bir araya toplayıp girişimciye sermaye olarak verilmesi ve üretilen gelirin sermaye ile paylaşılması durumunu ya anlayamadık, ya da sevmedik.
2- Çok sayıda olması yönetimini zorlaştıracağı için sayısı az tutulan banka; topladığı birikimi girişimciye kredi vermek yerine daha garanti gördüğü hazine senetlerine yatırmada kullandı.
3- Ağırlıklı devlet tarafından kontrol edilen az sayıdaki banka, kaliteli girişimcisi bulmak ihtiyacı hissetmeyince, kredi; katma değerli düşük yatırımlara ve de amacı krediyi ödemek olmayan yönetim ile dikey ilişki içindeki işletmelere gitti.
4- Bankalar kötü yönetilse de batmasına müsaade edilmedi.
Rekabeti oluşturamayan bankacılık sistemini var olma gereğini gerçekleştiremeyince, cumhuriyetle beraber çiftçiden Kobi’ye dönüşen işletme kendi çözümünü uyguladı. İşletmeler müşterilerine kredi vermeye başladılar, burada verilen kredi tabii ki nakit değil. İşletme pazar payı oluşturmak için müşterisine; “malı al, git sat ve benim paramı öde” diyor özetle, ama banka ciddiyetinden yoksun bu kredilendirme bir çok güvenlik sorununu da barındırmaktaydı.
Bu sistem “bu da kısmetini denesin” için uygun ama yaratıcılığı beslemiyor. Zayıf halkaları eleyemediği için de ekonominin sağlam temellere oturmasına fırsat sağlamıyordu.
2025 Türkiye’sinde enflasyon ile mücadele etmek için sürdürülen sıkı para politikası, yaptığı ticaretten daha fazla paranın faizden geldiğini gören işletmeciyi -kötü niyetli, veya hayatta kalmanın tek çözümü olarak gördüğünden- tedarikçisinin açtığı krediyi zamanında ödemek yerine daha uzun süre faiz getirisinde tutunca, bir zincir reaksiyon tetiklendi ve halkaların hepsi birden etkilenir duruma geldi. Büyük küçük bütün firmalar nakit akış ve sorumluluklarını yerine getirememe durumuna geldiler.
Dün bize iş yapma şansı veren bu sistem bugün canımızı acıtan bir vasıtaya dönüştü. Bir an önce genetik mirasımızdaki hatalardan kurtulup, rekabetin ve yaratıcı yıkımın kapısını aralamak zorundayız, yoksa 500 yıl öncesinin mirası bugünü kurtarmayacak.